KORONA SONRASI SİNEMA VE PLAYBACK FESTİVALLER

 

Küresel çapta bir salgının hayatın her alanını doğrudan tehdit etmesi artık bir tahmin değil. Yaklaşık 10 aydır giderek yoğunlaşan bir öngörülemezlik içinde sürükleniyoruz ve gıda ile temizlik hariç, her sektör hasar almaya devam ediyor.

Salgın her ne kadar küresel olsa da, covid ile mücadelede yerel iktidarların algısı ve uyguladığı yöntemler bizleri nasıl bir geleceğin beklediğini gösteren birer turnusol kağıdı niteliği taşıyor.

Ortalama 400.000 işveren, 2 milyondan fazla işçinin faaliyet gösterdiği sinemanın merkezi Hollywood şu anda eski güzel günlere hasretin sancıları içinde çareyi kapasite azaltıp, Netflix, Amazon gibi "evde sinema" tarzı platformların hacmini arttırmakta buldu. Yine ABD örneğinden hareket edersek, tedbir diye ilk iş olarak sahne sanatları ve sinemayı karartmak akıllara gelmedi, mecbur kalındığında ise sektöre ekonomik destekle arka çıkıldı. 

Türkiye'de ise salgın dönemi öncesinden sinema sektörü karanlıkta yolunu bulmaya çalışıyordu ve uluslararası yapım-dağıtım tekellerinin istilasına uğrayıp özgünlüğünü kaybetmeye başlamıştı. Sinemayı tehlike olarak gören zihniyetin hortlamasıyla koyulaşan sansür tehdidi zaten bu olumsuz gidişata tuz biber ekmişti. Tam da bunun üstüne karantina günleri, salonların kapanması ve salgına karşı önlem adı altında ilk olarak, alelacele sinema, tiyatro ve konser etkinliklerinin iptal edilmesi garabeti eklendi.

Tiyatro, müzik, sinema ait oldukları bütün sanatsal değerlerin yanı sıra, karşılıklı etkileşimle insan ruhunu gönendiren, sosyalleştikçe çoğalan ve kalabalıklarla paylaştıkça etkisini arttıran sanat dallarıdır. Bilinen ama unutturulmaya çalışılanı tekrarlamakta fayda var: Bir konseri canlı izlemek ile YouTube-Zoom vb kanallardan izlemek gazı tamamen kaçmış gazozu içmeye benzer, tiyatroda nasıl oyuncular repliğini kanlı-canlı söylüyorsa ve bant kaydından izlemek asla heyecan vermiyorsa, bu tamamen sinema için de geçerlidir. Bir festival filmini çevrimiçi yapıp bilgisayar-telefon ekranından izletirseniz "playback festival" yapmış olur, yönetmen-oyuncu-seyirci ve mekân sayesinde oluşan sinerjiyi yok edersiniz. Sinerjiyi bir klişe kavram olarak almayın; ortak kültür hafızasından, kitlesel ruh birlikteliğinden bahsediyorum.


Bizdeki durum en azından şimdilik bu sinerjiyi çevrim içi yollara yöneltmekten ibaret maalesef. Kültürel etkinliklerin belirleyicisi konumundaki İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) festivalin sosyal-kültürel gücünü bir kenara itip, şaşırtıcı bir aceleyle "çevrim içi" gösterimlerden yana tavır aldı. Ankara dışındaki diğer festival yöneticileri "aman tadımız kaçmasın" havasında hareket ederek, "salonda film göstermek sakıncalı ise, neden başka alanlarda bu kadar katı kural yok" sorusunu sorma gereğini bile duymadı. Bu bağlamda festival kurumlarının kendi varlık sebebini inkâr eden "festivalimiz ilk defa online" gibi çok üzücü tanıtımlar bile yapıldı.

Tiyatro seyirciyle oynanır gerçeğinde ısrar eden Genco Erkal bunu başardı, yeterli önlemleri aldırdı ve sanatını sergiledi. Ankara Film Festivali de gereken neyse yapmaktan kaçınmadı ve programındaki filmlerin tamamını sinema salonlarında göstererek alkışı hak etti.

Dünya düzeni yeniden tasarlanıp uygulanmakta iken (Jodie Foster-Matt Damon kadrolu 2013 yapımı "Elysium" filmini mutlaka izleyin) sinemaya biçilen rol, izole edilmiş toplum bireylerinin abonelik sistemiyle evde film izlemesinin ötesinde birşey değil. Halen sinema salonları ve genel anlamda sinema sektörü ciddi sıkıntı içinde ve geleceğe yönelik büyük belirsizlik devam ediyor. Bu şartlarda kendi özgün ve pratik çözümlerimizi geliştirmezsek, sinema salonlarının, tiyatro sahnelerinin ve konser mekanlarının birer ikişer yok olması haberleri eşliğinde barkodlu toplumun aboneli seyircilerine dönüşme tehlikesi sandığımızdan daha yakın.

Comments