Artıları ve eksileriyle çok tartışılan JOKER:
Bir filmin iyi ya da kötü olması elbette kişisel beğeniyle alakalıdır,
ancak zamanın ruhu sübjektif algıyı biçimlendiren önemli bir etkendir. Daha çok
komedi ağırlıklı yol filmleri ile bilinen Todd Phillips imzalı "Joker"
yönetmenin 2016'da yaptığı "War Dogs" sonrası ikinci ciddi filmi; komediyi
hafife aldığım sonucu çıkmasın, "ciddiyet" meselesini hikayenin
siyasi göndermeleri manasında söylüyorum.
Venedik film festivalinden büyük ödülle dönmesi ve küreselleşme sorunları
altında savrulmaya devam eden uluslararası siyasetin hepimize yerleştirdiği ruh
hali Joker için doğru zamanda
gösterim açısından adeta bir büyük piyango oldu. Özünde bir çizgi roman
uyarlaması olan filmin Avrupa'da bile ayakta alkışlanması, haliyle beklentileri
çok yükseğe taşıdı.
Hatırlamakta fayda var: Joker, Batman'in ezeli rakibi, Batman serisinin anti-kahraman
karakteridir. Bu noktada şöyle bir soru kaçınılmaz oluyor: Bir dolu psikolojik
sorunla betimlenen şizoid bir anti-kahraman neden bazı eleştirmenlere göre "V
For Vendetta" (2005) misali sağlam bir politik film muamelesi yapılıp, ezilenlerin direnişini anlattığı algısı yerleşti, buna bakmak lazım.
"Batman Begins" nasıl yarasa adam karakterinin hangi şartlar
altında oluştuğu konusuna kafa yorduysa, Joker de bir benzerini yapmaya
çalışıyor. En sonunda Joker'e dönüşecek olan Arthur Fleck (Joaquin Phoenix)
belediye hizmetlerinin tamamen iflas ettiği, zenginle fakir arasındaki uçurumun
tamamen açıldığı Gotham'da palyaçoluk yaparak hayatını kazanmaya çalışır. Arthur'un
amacı günün birinde ünlü bir stand-up komedyen olmaktır, oysa "komedyen
olmak için önce güldürmen gerekir" diyenleri haklı çıkartacak ölçüde
başarısızdır. Annesinin bir dönem yanında çalıştığı zengin işadamı Thomas Wayne
(Batman'in babası) belediye seçimlerine aday olunca, Arthur tümüyle babası
olduğuna inandığı Wayne ile karşılaşmasına odaklanır. Sosyal hizmetlerden
psikiyatrik destek alması ve ilaç bağımlısı olarak yaşamasının altındaki sebepler
anlaşıldığında ise travmatik kişiliğini oluşturan acı gerçekler ortaya çıkar:
Evlatlık alınmış bir çocuktur, şizofreni hastası annesinden şiddet ve taciz
görmüştür. Üstelik gelip geçici çalıştığı işlerde bile şansı yaver gitmez, ya
mağdur olur veya kendi kendini mağdur eder – çocuk hastanesine tabancayla gidip
palyaçoluk yapmak gibi!
Elbette Gotham ile betimlenen sistem tamamen iflas etmiş, yolsuzluk,
yoksulluk ayyuka çıkmıştır; ancak ilk etapta Joker bunları düzelteceğim gibi
bir ideal peşinde değil, hatta (bence gereksiz yere Trump benzetmesi yapılan)
Thomas Wayne elinden tutup bir iş verse sorun kalmayacak gibi bir tablo
sergilenmekte.
Kısacası "Joker" eksileri ve artılarıyla sezonun düzgün
işlerinden, ancak bu düzgünlük hikayenin sosyal-siyasi altyapısından
kaynaklanmıyor. Başarının yegane sebebi, mükemmel görüntü yönetmenliği ile Joker
karakterinin Joaquin Phoenix tarafından kusursuz biçimde canlandırılması.
Senaryodaki kurguyu takip edersek Joker'in bir tesadüf, bir trend sonucu siyasi
figüre dönüştüğü çok açık; metroda palyaço makyajı ile üç kişiyi öldürüp
"kendini iyi hissettikten" sonra sisteme karşı olan herkes palyaço
maskesi takıyor.
Nihai söylem olarak gidişattan rahatsız olan veya kendini dışlanmış
hisseden herkes beğenmediğini çekip vursun gibi bir noktaya evrilen filmin
şiddete ilişkin tavrı tamamen problemli. Senaryoda devamlı olarak Arthur'un her
durumda şiddet ve taciz görmesi şeklinde bir zorlama var, bu da ciddi bir
dramaturji hatası.
Joaquin Phoenix bu filmdeki oyunculuğu ile 2020 Oscar adaylarının en
güçlüsü, ancak çizgi roman uyarlamalarında kurgusu ve söylemi sapasağlam bir
örnek aranıyorsa, doğru adres 2005 yapımı Christopher Nolan-Batman Başlıyor (Batman Begins); asla Todd
Phillips-Joker değil.
Comments