"KONG: SKULL ISLAND" İÇERİK-TEKNOLOJİ DENGESİNE İYİ BİR ÖRNEK

"KONG: KAFATASI ADASI" FİLMİNİN SATIR ARALARI
Hayatın her alanını etkileyen dijital çağ, film eleştirisi dahil sinemayı yeniden şekillendirdi. Beyazperdede "olanaksız" kavramını sona erdiren teknolojik destekli filmlerde hikâyenin yanı sıra, görsel efektlerin ne kattığı (veya katmadığını) değerlendirmek şart oldu.

Eski ustalar yeni ortama uyum sağladı. İlk "Alien/Yaratık" filmini 1979 yılında yapan Ridley Scott, gerilim unsurlarını beyazperdeye taşıma konusundaki vizyonu ile sinemaya bir bilim kurgu/korku klasiği kazandıran yönetmen. Görsel anlamda "korku" figürünü asla öne geçirmeden, seyirciyi sadece gerilim psikolojisiyle besleyip, finalde birkaç saniye görünen yaratık ile gerçek bir kreşendo duygusu sağlamak az başarı değildir. 
38 yıl önceki bu yaklaşım dönemin koşullarında yapılabileceklerin en iyisiydi. Ancak, aynı Ridley Scott 2017'de "Alien Covenant" için yönetmen koltuğuna yeniden oturduğuna göre, eskiyi elbette akılda tutmak, ama yeni versiyonu "görsel efekt ve hikaye dengesi" üzerinden yorumlamak gerekiyor.
"Kong: Skull Island/Kong: Kafatası Adası" görselliği en üst düzeyde kullanmayı içeriğe feda etmeyen kurgusuyla bu konuda iyi bir örnek. 

1933 klasiği "King Kong" yeniden çekim anlamında sinemanın vazgeçemediği hikâyelerden biri. Öte yandan, 2017 yorumu, 1976 veya 2005 yapımlarına göre filme yeni bir soluk katıyor mu derseniz, evet. 

Devam filmlerinin orijinalinin en fazla vasat bir kopyası olabileceği ana kuralı, bana göre, ilk kez Christopher Nolan'ın Batman yorumu ile bozulmuş, taklit dediğimiz aslını fersah fersah geçmişti. 
Sahip olduğu teknolojik üstünlüğe rağmen "Kong: Kafatası Adası" yeni bir "Jurassic Park" olmak yerine, doğa-insan ilişkisini irdeleyen bir çizgide ilerleyerek benzerlerinden farklı bir yerde duruyor. Yönetmen Jordan Vogt-Roberts, bilinçli bir şekilde Joseph Conrad'ın "Heart of Darkness/Karanlığa Yolculuk" romanı ve bu eserden beyazperdeye uyarlanmış tüm zamanların başyapıtlarından "Apocalypse Now/Kıyamet" filminin izinde.

King Kong, dev bir gorille insan arasında duygusal ilişki kurulabileceği önermesinden hareket eder. Bugüne kadarki King Kong yorumlarında hep gorille kızın tanışması öyküsünden beslenen romantizm ön plandaydı. 
"Kong: Skull Island" bu noktayı elbette es geçmiyor, ama üzerine çok önemli katmanlar ekleyerek. Hikâyenin ana ekseni gorilden ziyade --Vietnam savaşı sonrası arka planında-- neye ve nereye el atarsa atsın "yağma" ve "yoketme" hırsıyla hareket eden insan! Yeryüzünün diğer canlıları ile barışık olmayan, gücünü tahripten yana kullanmayı seçen, bulunduğu ortamın yaşam alanına uyum sağlamayan dünyalı...

Pasifik'teki adaya helikopterlerle geliş sekansı bu tahripkâr hırsın kısa metraj belgeseli gibi. Adanın hâkimi King Kong ve diğer canavarların görselliği arasında tamamen kaybolup gitmeyen seyirci için gayet net bir mesaj var: Adını nasıl koyarsanız koyun; ister askeri veya bilimsel araştırma, ister kültür turizmi, toplumun kendisi sosyal ve ekolojik dengeye karşı tehdit. 

Satır aralarında kurulu bu analojiyi yalnızca siyasi çıkarlara dayalı işgalle açıklamak yetmez. Küresel ısınmanın etkisini görmek için okyanusu çöplüğe döndüren devasa yolcu gemilerine servet harcayıp, binlerce tonluk geminin buzullara nasıl zarar verdiğini düşünmeksizin güverteden eriyen buzulları telefonuna kaydeden "doğaseverler" aramızda. 1970'lerin King Kong hikâyesini 21. yüzyıl ve ötesine rahatça taşıyabilir, benzetme yapacak sayısız örnek bulabilirsiniz.

İşte bu düşünceyle, adaya işgal gücü gibi ayak basan ekip sürekli olarak "buraya zarar veren biziz, Kong adanın denge unsuru, biran önce gitmeliyiz" derken, "askeri otorite" tek taraflı ilan ettiği savaşın intikamı peşinde. 

Comments