NEW YORK FİLM FESTİVALİ NOTLARI: ÇARPICI CEZAEVİ BELGESELİ "13" İLE AÇILIŞ -- Notes From 54th New York Film Festival Opened by Ava DuVernay’s Blazing Prison Documentary "13th"


New York bu yıl 54. film festivaliyle bir kez daha sanatseverlere ve gerçek anlamda yıldızlar geçidine evsahipliği yaptı. Star isimler ve ünlü yönetmenlerin yeraldığı etkinlik sayısı o denli fazlaydı ki, kimi zaman istediğim bir filmi izlemek veya merak ettiğim bir yönetmenin konuşmasına katılmak arasında tercih yapmak zorunda kaldım. Kimler yoktu ki! Şahane filmi "Julieta" için "bu bir dramdır, sakın melodram diye izlemeyin" uyarısı yapan Pedro Almodovar, Film Ekimi programında bulunan ve kaçırılmaması gereken "Personal Shopper" yönetmeni Oliver Assayas, Mike Mills, Mike Stoltz, Matias Pineiro, Adam Schlesinger, Sonia Braga, Ang Lee, Paul Verhoeven, Mia-Hansen Love, Adam Driver, Kristen Stewart, Laura Dern... Yalnızca takip edebildiklerimi yazdım, aslında uzayıp giden bir liste bu.

 Festival açılışı bir belgeselle yapıldı. Ava DuVernay imzalı "13" Amerikan cezaevleri sistemi ve ırkçılık başta olmak üzere her tür ayrımcılık üzerine son derece çarpıcı ve aynı zamanda izleyeni dehşete düşürecek boyutta gerçekçi bir yapıt.

İntikam soğuk yenen bir yemektir sözünü anımsatan, yaşadığı cinsel tacizin şokunu gayet soğukkanlı bir intikam planına dönüştüren bir işkadınını anlatan Verhoeven filmi "Elle", Ang Lee'nin Irak savaşı ve öldürme psikolojisi üzerine yapılmış bütün güncel filmlerin önüne geçecek mükemmellikte çalışması "Billy Lynn's Long Halftime Walk" ile vahşi doğa ve insan ilişkisini kuşlar üzerinden ele alır gibi başlayıp, kısa sürede inançlar ve insanlık tarihi üzerine destan yazan bir formata dönüşen olağanüstü senaryosuyla Portekiz filmi "The Ornitologist" 17 günlük festivalin ilk anda akla gelen unutulmaz eserleri arasındaydı.
İlk kez New York festivalinde gösterilen filmler ile belgeseller, kısalar ve klasiklerin bulunduğu programın bir sinemasever için hazine değerinde olduğu malum. Bizim açımızdan ayrıca mutluluk verici bir olay, festival programındaki pek çok filmin Film Ekimi ile önümüzdeki İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilecek olması. 

Filmlerin yanı sıra gösterim koşulları ve etkinlik üzerine birkaç şey söylemeden olmaz. New York film festivali Lincoln Film Merkezi evsahipliğinde yapılıyor. Bunun anlamı, Manhattan'da, diyelim bizim Taksim'deki Atatürk Kültür Merkezi gibi şehrin merkezi konumunda, tam sekiz tane sinema salonu barındıran bir mekan demek. Geniş, ferah ve tam donanımlı. Bunlara ek olarak röportajlar ve yönetmen, oyuncu buluşmaları için konferans salonları var. Herşey organize, herşey devasa ama tek bir merkezin içinde.  

Çok rağbet gören filmlerden sinemaseverlerin mahrum kalmaması ve her ne olursa olsun salonun dolu olması için son derece etkili bir yöntem uygulanıyor. Önceden biletleri tükenen filmler için gösterime 1 saat kala "yedek sıra" oluşturulup, son anda gelmeyenlerden boş kalan yerlere telsizle haberleşerek izleyici yerleştiriliyor. Sabırlı olmak şartıyla aynı yöntem ünlü oyuncuların konuşmalarına katılmak isteyenler için de geçerli. 

Tüm etkinliğin tek bir merkezde toplanmasının diğer bir avantajı da erişebilirlik; her anlamda. Lincoln film merkezinin lobisinde kahvenizi içerken Hollywood'un veya Avrupa sinemasının bir ünlü yüzüyle yan yana olmak işten bile değil. Bu denli "samimi" olunca, hemen hiç kimsenin cep telefonlarına sarılıp birlikte poz verelim havasına girmediğini farkettim. Belki "yıldız çarpması" denilen olay yaşanıyor, belki de cep telefonuyla selfie gibi refleksler "şık" bulunmadığı için kimse telefonlara el atmaya cesaret edemiyordu!

Comments