FRANSA'YI TEMSİL EDEN TÜRK FİLMİ MUSTANG,
OSCAR 2016,
VE BİZİM SİNEMA HALLERİMİZ
Yönetmen Deniz Gamze Ergüven Türk asıllı bir Fransız; ilk uzun metrajlı filmi "Mustang" hikayesinden oyuncularına kadar "yüzde yüz yerli." Böyle bir film Akademi ödülleri için Türkiye tarafından sahiplenilmeyince, ortak yapımcılar arasında olan Fransa diğer yarışmaların yanı sıra Oscar'a gönderdi. Filmin yorumu ve daha fazlası aşağıda...
Bu yıl Oscar ödül töreni (28 Şubat, 2016)
Türkiye için daha farklı bir anlam taşıyor. "Mustang" her ne kadar
Fransa adına yarışıyor olsa da, hikayesi ve temel meselesi bakımından yüzde yüz
yerli bir yapım. Oscar sürecinde
yönetmen Deniz Gamze Ergüven ilk olarak Türk makamlarına başvurdu. Türkiye'nin
filmi Oscar'a göndermek istememesi üzerine, adaylık başvurusunu Fransa yaptı ve
film tanıtım açısından deyim yerindeyse "alıp başını gitti."
"Mustang" üzerine yapılan
tartışmalar ise kendimize ilişkin bir üzücü gerçeğin yansıması: En temel
bilgilerden yoksunluk ve resmin tamamını görebilecek analitik düşünce eksikliği.
Önce bir yanlışı düzeltelim;
"Mustang" Oscar yarışında en son beş filmlik aday listesine girmeyi
başaran ilk Türk filmi değildir. "Umuda Yolculuk" (Reise der
Hoffnung) 1991 yılında 63. Akademi töreninde İsviçre adına yarışıp, en iyi
yabancı film dalında Oscar kazanmış; hatta yönetmen Xavier Koller ödül
konuşmasında Nur Sürer'den, Emin Sivas'a, Necmettin Çobanoğlu'na filmin tüm Türk
ekibine teşekkür etmişti.
Umuda Yolculuk, Türkiye-İsviçre-İngiltere ve Fransa ortak yapımıdır; Mustang ise Türkiye-Katar-Fransa ve Almanya ortak yapımı.
Buradan resmin tamamını görmeye
çalışalım: Doğuda bir köyden İsviçre'ye kaçak gitmeye çalışan bir
ailenin hazin hikayesi (böyle bir olay 1988'de birebir yaşanmış, zaten yönetmen
Koller filmini bu dram üzerine inşa etmişti) ne kadar Türkiye ise; İnebolu'da
beş kardeşin, sırf kız çocuğu oldukları için anneanne, dayı ve tüm çevrenin
elbirliği ile cehenneme çevrilen bir yaz tatili geçirmesi hikayesi olan "Mustang"
o kadar Türkiye'dir.
Her iki film de gerçeğin dışavurumu
olduğu için, "ama bizi kötü gösteriyor" bahanesi ardına saklanıp,
kendi meselemizle yüzleşmekten kaçınmamızın ibret belgesidir.
Maalesef aynı sebeplerle, yine her iki
film Türk resmi makamları tarafından sevilmez ve benimsenmeyecektir.
"Mustang" hiç değilse iyi kötü bir yerlerde gösterildi; "Umuda
Yolculuk" filmini uygulanan yasaklar yüzünden ancak korsan VHS sayesinde
izleyebilmiştik!
Resmin tamamında varolan bir başka
detayı es geçmeyelim. Egemen zihniyet sinemayı bağımsız sanat dalı olmaktan ziyade
kitlesel propaganda aracı ve toplum mühendisliğinin katalizörü olarak görüyor.
Türk sineması bu zihniyet karşısında çoktan teslim bayrağını çekti. Kültür
Bakanlığı fonlarından yararlanabilmek için sunulan senaryolarda uygulanan oto
sansürün yanı sıra iki ana unsur dikkat çekiyor: Birilerine siyaseten yaranmaya
çalışarak tarihi çarpıtan hikayeler veya bireysel acıların dayanılmaz hafifliği
üzerine anlamsızlık çeşitlemeleri.
Sonuçlar ortada, örneğin Çanakkale
Savaşını anlatma iddiasındaki bir filmde Mustafa Kemal Atatürk tamamen yok
sayılabiliyor; ya da sözde modern kent hayatının karmaşasına odaklanmış bir
filmde hikayenin gerektirdiği sosyal ve siyasal arka plana asla el atılmıyor. Bunun yerine film kahramanının tutkusunu ve acılarını ifade etmek adına 10 dakika boyunca boş gözlerle kameraya bakışını izliyoruz.
"Mustang" filmine gelince,
Deniz Gamze Ergüven Türkiye'de kız çocuğu olmanın mahalle baskısı hallerini ve
çürümüş ahlak anlayışını son derece çarpıcı biçimde resmediyor. Kızların en
modern diyebileceğimiz ailelerde bile "eşine hizmet etmek"
felsefesiyle büyütüldüğü dünyadan çıkmış değiliz. Kadına şiddeti haklı gören
anlayışın tam ortasındayız. Kadınlığı börek açmak ve çocuk doğurmak olarak
tanımlayanlar yanıbaşımızda. Anadolu'da gerdek gecesi kanlı çarşaf istenmesi
gibi ilkellikler "kültürel doku" bahanesiyle mazur görülmekte. Örnekleri çoğaltmak mümkün, hem de fazlasıyla.
Kısacası "Mustang" filminin
anlattığı meselelerin eksiği var fazlası yok. Bence Ergüven'in en önemli kusuru
filmin hikayesine odaklanıp karakter detaylarına hiç girmemesi. Kötü karakterin
bile bir tutarlılık dengesine oturması gerektiğini Ergüven elbette biliyordur;
ancak tercihini sadece dram unsurundan yana kullanınca yer yer tutarlılıkta
kaymalar, didaktik formüllere bel bağlamalar ortaya çıkıyor. Olumladığı
öğretmen karakterine bile hiç çalışmamış.
Ancak bütün bunlar ana dili Türkçe olan
bu filmde esas olarak bize tutarsız görünecek, yabancı seyirci haklı olarak
hikaye odaklı bakacaktır.
Bu yıl 88. kez düzenlenecek Akademi törenlerinde mevcut listeye bakıldığında, Auschwitz toplama kampından müthiş dokunaklı ve bambaşka bir perspektif üzerine kurgulanmış bir öykü sunan Macaristan adayı "Son of Saul" filmi, Fransa adına yarışan, ancak "aslen" Türk olan "Mustang" filminin en güçlü rakibi olarak görünüyor. Yani şans ibresi tam anlamıyla yüzde 50 ve işte bu nedenle 28 Şubat akşamı bir sürpriz olabilir.
Comments