TÜRK SİNEMASININ CEHALETLE İMTİHANI

Genç kuşak yönetmenlerin Türk sinemasına yeni bir soluk getirdiği tartışılmaz. Son zamanlarda neredeyse her uluslararası festivalden bir Türk filminin başarısı haberini duyup gururlanıyoruz. Bir Türk filmi yurt dışında ödül kazandığında buna benzer klişe haberleri okuyoruz; ancak bu ödüllü filmlerin ülke içindeki serüvenini merak ediyor muyuz?  Son 50 yılın muhasebesini yapıp, Türk filmlerinin evrensel kültüre katkısı karşısında devletin tavrını irdeleyince ortaya çıkan tablodan memnun olmak mümkün değil.

Kültür politikası sözkonusu olduğunda kamuoyu algısını da biçimlendiren resmi ideoloji daima denetleyici ve kısıtlayıcı bir rol üstlendi.  Devlet kaynakları siyasi değerlendirmelerle yönetildi, bu kaynakların önemli kısmı toplum mühendisliğinin zihinsel altyapısı için seferber edildi. Kültürde evrensel kriterleri yakalamak gibi bir hedef asla gündeme getirilmedi.  Üstelik son zamanlarda evrensel kültür değerlerini küçümsemek de bir meziyet şeklinde sunulmaya başlandı.

Bu bağlamda Türk sinemasının uluslararası ödüllerle ilgili tarihçesi devlet mekanizmasının asla tebrik ve teşvik edici davranmadığını, tam tersine en koyu haliyle sansür yöntemleri geliştirilmesine odaklandığını gösteriyor. Üstelik dönemin siyasi şartlarının ne olduğu belirgin bir fark yaratmıyor: Dünyanın ayakta alkışladığı saygın festivallerde ödüllendirilen Türk filmlerine egemen siyasetin genel yaklaşımı bu filmi yapanlara "dünyayı dar etmek" şeklinde.

Sinemanın en üst düzeyde taçlandırıldığı, bu çerçevede uluslararası saygınlık zirvesini paylaşan üç platform var: Oscar ödülleri, Cannes Film Festivali ve Berlin Altın Ayı Film Festivali. Türk sineması en başından beri bu platformlarda tahminlerin çok ötesinde başarılı oldu, ama her seferinde muktedirlerin yasakçı duvarlarına çarptı.

Çoğu kişi Cannes Altın Palmiye'yi bir milat olarak kabul ediyor, oysa Türk sineması ilk büyük uluslararası başarısını bundan tam 50 yıl önce Necati Cumalı'nın eserinden uyarlanan "Susuz Yaz" ile elde etti.  1964 yılında Berlin'de Altın Ayı kazanan Metin Erksan'ın "Susuz Yaz" filmi sayesinde ülkedeki kültürel ikliminin müthiş bir sevinç dalgası içine girdiğini zannediyorsanız, yanılıyorsunuz: Berlin'de büyük ödül açıklandığında "Susuz Yaz"ın gösterimi ülke içinde çoktan yasaklanmıştı bile!

Yılmaz Güney "Yol" ile Altın Palmiye'yi kazandığında takvimler 1982'yi gösteriyordu, ancak sansürcü zihniyet birebir aynıydı.  Türkiye'de filmin gösterimi yasaklanmış; bir kez daha bizden başka herkes ödüllü bir Türk yapıtını izleyip hakkında yorum yapma imkanına sahip olmuştu!

Sonraki yıllarda Nuri Bilge Ceylan'ın "Uzak" ve "Üç Maymun" filmleri de Cannes başta olmak üzere pek çok festivalden ödülle döndü; ama unutmayalım ki her seferinde Türkiye'de seyirci ilgisizliği ile bir kenara itildi. Bu ilgisizliğin arka planında izleyiciyi düşündüren ve sorgulamaya yönelten her sanat eserine "entel-dantel" yaftası yapıştıran medya cehaletinin bulunduğu gözden kaçmamalıdır.

İşte bu nedenle "Kış Uykusu" sayesinde 2014 yılında "şeytanın bacağı kırıldı" diye sevinenler varsa, bir kez daha düşünsünler.  Nuri Bilge Ceylan Cannes'da birincilik aldığı sırada festival salonunda böylesine önemli haberi canlı yayınla iletecek Türkiye'den tek bir tv kanalı yoktu! Üzerine milyar dolar verilse sahip olunamayacak evrensel bir başarı bizzat ülkenin medyası tarafından yok sayıldı.  Yıllar yılı ekilmekte olan kültürsüzlük ve değersizlik tohumlarının tamamen kök salıp meyve verir hale geldiğini gösteren çok acıklı bir tablodur bu.

Comments