Önceleri bir slogan havasında görünen küreselleşme kısa sürede oyunun kurallarını değiştirdi ve tüm dünya düzenini temsil etmeye başladı. Nereye giderseniz gidin, tüketme arzusu, Amerika'dan Japonya'ya, Avrupa'dan Pasifiklere kadar bütün toplumları adeta esir almış durumda. Bunların tek tük istisnası belki çıkar, ama resmin bütününü etkilemez. İşte şimdi oturup Wall.E filmini yeniden izlemenin tam zamanıdır.
SAOMA HALKI ve FAST-FOOD
Jean Baudrillard, 1998'de toplumların tüketim alışkanlıklarının değişmesine ve "bir şeye sahip olmak" üzerinden mutluluk tanımı yapılmasına dikkat çekmişti. "İnsanlar bütün enerjisini sahip olmaya ve sahip olduğunun farkına varılmasına harcıyor" diyen Baudrillard, iyi ki bugünleri görmedi!
Pasifik Okyanusunda irili ufaklı adalardan oluşan 60 bin nüfuslu bir ülkedir Amerikan Samoası; ama ülkelerarası “aşırı şişman nüfus” sıralamasında dünya birincisi olması, global ekonominin boyutunu göstermeye yeter. Samoa halkı, toplam nüfusun % 93,5 oranında obeziteden muzdarip olması gibi dünya çapında bir listeye ilk sıradan girme başarısına (!) elbette birdenbire ulaşmamış. Yerel yemekler bir kenara itilip, onun yerini Amerikan tarzı pratik fast-food alınca; yani aşırı doz mısır şurubu yüklemeli beslenme sayesinde, Saomalılar şöhret basamaklarını tırmanmaya başlamış.
Pasifik Okyanusunda irili ufaklı adalardan oluşan 60 bin nüfuslu bir ülkedir Amerikan Samoası; ama ülkelerarası “aşırı şişman nüfus” sıralamasında dünya birincisi olması, global ekonominin boyutunu göstermeye yeter. Samoa halkı, toplam nüfusun % 93,5 oranında obeziteden muzdarip olması gibi dünya çapında bir listeye ilk sıradan girme başarısına (!) elbette birdenbire ulaşmamış. Yerel yemekler bir kenara itilip, onun yerini Amerikan tarzı pratik fast-food alınca; yani aşırı doz mısır şurubu yüklemeli beslenme sayesinde, Saomalılar şöhret basamaklarını tırmanmaya başlamış.
Popüler kültür sayesinde, bildiğin kahvenin bir zincir markadan içilmesi, kolalı içeceğin “zero” olması dünyanın en önemli meselesi adeta. Hepimiz de bunu bir güzel “yutmayı” başardık. Mutluluğun tanımı, bir nesneye -diyelim bir cep telefonuna- sahip olduğunu etrafa gösterebilmekle eşit hale geldi.
Şimdi dünyanın hangi ülkesine gidersen git aynı markalar, aynı zincir mağazalar ve aynı tüketim düzeni. Daha önce hiç gitmediğin bir ülkede bile olsan, sürekli olarak “ben bunu daha önce yaşamıştım” duygusunun ağır basması. Doğru bir sözdür, “insan alışkanlıklarıyla yaşar”. Ama orijinallik tarih oldu, farkında mıyız? Nereye gidersem aynı veya benzer şeyleri bulacaksam, dünyayı merak etmenin keyfi nerede kaldı...
Şimdi dünyanın hangi ülkesine gidersen git aynı markalar, aynı zincir mağazalar ve aynı tüketim düzeni. Daha önce hiç gitmediğin bir ülkede bile olsan, sürekli olarak “ben bunu daha önce yaşamıştım” duygusunun ağır basması. Doğru bir sözdür, “insan alışkanlıklarıyla yaşar”. Ama orijinallik tarih oldu, farkında mıyız? Nereye gidersem aynı veya benzer şeyleri bulacaksam, dünyayı merak etmenin keyfi nerede kaldı...
Özeli Paylaşarak Nereye Kadar
Bütün bunlar işin seyahat kısmı. Gezmem, evimde otururum demek de çözüm değil. Çünkü içinde yaşayanlar açısından durumun farklı olduğunu sanmıyorum. Herşeye ulaşmak mümkün, her istediğini elde etmek olası. Bulunduğun yerde yoksa, İnternet sayesinde bütün dünya bir alışveriş kapısı. Sürekli iletişim halinde gözüken ama birbiriyle doğrudan konuşmaktan kaçınan, insani teması önündeki telefon ya da bilgisayar ekranıyla özdeş kılan bir dünya kuşağının bireyleriyiz artık.
Bütün bunlar insanları daha fazla mutlu etmeye yetiyor mu? Benim yanıt aradığım soru bu. Son zamanlarda giderek artan sayıda sinema yıldızının hayatına son verme girişimini, bunalımlarını okuyunca irkildim. Normal hayattakilerle, “istediği herşeye sahip” görünen şan-şöhret sahipleri arasında ne yazıkki ciddi bir fark yok. Sıradan yaşayanlar, küresel iletişim olanakları sayesinde “sıradan olmadıklarını” kanıtlama, herşeyi elde etme derdine düşüyor; sıradışı olanlar, herşeyi elde edenler ise bu hayatı çekilmez buluyor.
Acaba bir kişi sokağa çıkmasını, eve dönmesini, yemek yemesini “twit” atınca; bir başka deyişle günlük yaşantısını Biri Bizi Gözetliyor konumuna çevirince mutluluğu çoğalttığını mı düşünüyor? Mutluluk bu denli kolaysa, neden kimsenin kimseye tahammülü yok ve neden insanlar intiharı bile otobüs duraklarında naklen yayına çevirecek dozda travma içinde?
Heath Ledger ve Jonathan Rhys Meyers
Jonathan Rhys Meyers’ın gözlerindeki ifade, derinden yaralı bir ruh halini çağrıştırıyor. Meyers, 1977 Dublin doğumlu, ama genç yaşta Hollywood’un altın isimleri arasına girmeyi başarmış; hangi yönetmenle istese çalışacak karizmaya sahip sıradışı bir aktör. “Tudors” dizisiyle geniş kitlelere ulaştı, ancak sinema kariyeri “Velvet Goldmine”, “Ride With The Devil” ve “Match Point” gibi başyapıtlarla dolu. Kelimenin tam anlamıyla, şöhretin doruğundayken canına kıymak istedi.
Heath Ledger bir başka sıra dışı yetenek. Ne yazıkki, kasıtlı veya değil, aldığı ilaçlar dozaşımından ölümüne neden oldu. 1979 yılında dünyaya gelmişti, 2008’de yitiverdi.
Tıpkı ilaç bağımlısı olmanın Michael Jackson’un sonunu hazırlaması gibi. Teorik olarak herşeye sahip olanlar, dayanılmaz ruhsal ve fiziksel ağrılar içinde. Üstelik bir yandan servet ve şöhretini hayatını karartmak yolunda kullanıyor.
İyice tekdüzeleşen dünyanın “diğer” insanları da ellerindeki bütün teknolojik imkanları kullanıp benzeri ruhsal ağrılara doğru yelken açma derdinde! Herşeyi ekran üzerinden yapmaya şartlanmış, Wall.E dünyasının insanlarına bir de bu gözle bakın. "Wall.E sempatik bir robot hikayesi" diyenler varsa, lütfen iki kere düşünsün.
İyice tekdüzeleşen dünyanın “diğer” insanları da ellerindeki bütün teknolojik imkanları kullanıp benzeri ruhsal ağrılara doğru yelken açma derdinde! Herşeyi ekran üzerinden yapmaya şartlanmış, Wall.E dünyasının insanlarına bir de bu gözle bakın. "Wall.E sempatik bir robot hikayesi" diyenler varsa, lütfen iki kere düşünsün.
Johnny Depp
Geçenlerde televizyona çıktı Johnny Depp, iddialı bir talk-show programıydı. Anlaşılan yapımcı şirket Karayip Korsanları serisinin en son halkası "On Stranger Tides" filmini tanıtmak için Depp’e rica etmiş. Johnny Depp program boyunca “ben ne arıyorum burada” edasını hiç terketmedi ve soruları genellikle evet-hayır tarzı tek sözcükle yanıtladı. Kendisi o kadar sıkılgan ve o kadar sahiciydi ki, bir anda hayatın sırrını çözdüğünü düşündüm.
Bugüne kadar 54 filmde oynayıp, birbirinden çok farklı karakterilerin ruhuna eldiven misali bürünmüş dev bir aktör, kendisi hakkında konuşurken sıkılıp, bunalıyor. Gerçek Johnny Depp hangisi derseniz, bence her ikisi de. Bir karakteri canlandırırken, ruhunu tamamen ona teslim ediyor; ama film bittiğinde de sıradanlaşıp psikolojisini dengelemeyi başarıyor. O talk show sırasında nasıl göründüğüne, nasıl bir imaj çizdiğine, filmin tanıtımının başarısına odaklanmış olsaydı, ilerde başka ağrılar-sancılara teslim olması kuvvetle muhtemeldi.
Comments
"Hayatin sirrini cozen duduk makarnalari" var elbet. Umarim bir gun bende onlarin arasina katilirim.
FH