BİR OSCAR 2010 HEYECANSIZLIĞI

Geleneksel Oscar gecesi heyecanı bu yıl hafızalardan kolayca silinmeyecek bir hayalkırıklığına dönüştü. Aday listesine ve sonuçlara bakıldığında, lafı dolaştırmaya gerek kalmayacak kadar net bir resim var bana göre: 82. Oscar ödülleri, oyuncu dalındakiler dışında, ortalamanın çok altında olan filmlere verildi ve bunların hiçbirisi sinema tarihinde iz bırakacak niteliğe sahip değil.

Bu yılın en iyileri ya es geçildi ya da tek-tük ödülle geçiştirildi. Öte yandan, Akademinin “Avatar” rüzgarına kapılmaması olumlu bir durumdu. Bu film teknik daldaki ödülleri fazlasıyla hak ediyordu, öyle de oldu.

Bunun dışında “film gibi film” listeme koymak üzere ancak 7 film bulabiliyorum:
Aşk Dersi/An Education
Messenger
Blind Side
Precious/Acı Bir Hayat Hikayesi
A Single Man/Tek Başına Bir Adam
The Last Station
Nine

Gelelim 2010’un en iyisi olduğu iddiasına sahip Hurt Locker/Ölümcül Tuzak filmine…
2001: Uzay Macerası” “Ben Hur” ya da “Kazablanka” gibi filmleri bugün bile adı geçtiğinde nasıl saygıyla anıyor ve birer “marka” gibi Oscar ödüllerine ciddiyet kattığını düşünüyorsak, (sözünü ettiğim filmlerin sırasıyla 1968, 1959, 1942 yıllarına ait olduğunu akılda tutalım) şimdi ödüle boğulan “Hurt Locker/Ölümcül Tuzak”ın daha bu yıl sona ermeden unutulması sürpriz olmaz.

Aslında bu yılki süreç bazı garipliklerle başladı. Örneğin, her dalda 5 aday varken, en iyi film kategorisinde 1943’ten bu yana ilk kez 10 film yeralmıştı. Sinema sektörünü canlandırmayı hedefleyen bu adım ne kadar başarılı oldu bilinmez; ama en azından ortaya benzersiz bir “borç çorbası” menüsü sundu. Çizgi film Up/Yukarı Bak ile tamamen öykü anlatma ve karakter odaklı Blind Side filminin aynı listede birbiriyle yarıştırılması başka nasıl açıklanabilir?

Hurt Locker’ın ana meselesi Irak’ta görev yapan Amerikalı askerlerin yaşadıkları zorluk, klostrofobik ortamın kışkırttığı adrenalin ve “vatandan uzak olma” halleri. Bu mesele, her an tehlikeyle burun buruna yaşayan bir bomba imha ekibi üzerinden anlatılıyor.

“Anlatmaya çalışıyor” demek aslında daha doğru, çünkü beyazperdeden yansıyan görüntüler kopuk, felsefi derinlikten yoksun ve bir öykü oluşturmaktan çok uzak. Film ne yazık ki kurgusal bütünlük ve tutarlılıktan da yoksun: Daha ilk sekansta bomba imha timinin nasıl bir iç gerilim yaşadığını elbette hissediyoruz, ama gerisi gelemiyor. Birbirinin tekrarı gibi duran sahneler nedeniyle ciddi bir devamlılık problemi yaşanıyor.

Pek çok örnekte olduğu gibi, bir film senaryo üzerinde çok etkileyiciyken, beyazperdede tam manasıyla ruh kazanmayabilir. Ölümcül Tuzak’la ilgili olarak cevaba muhtaç en azından benim iki sorum var: Bazı eleştirmenler bu filmde “ciddi savaş karşıtlığı” temasını nereden ve nasıl buldu? İkincisi, binlerce Akademi üyesi nasıl oldu da bu filmde birleşti? Üstelik aday listesinde Irak ve Afganistan savaşlarını mükemmel sinema dili ve farklı bir açıdan anlatan Messenger gibi bir film dururken!

Kathryn Bigelow’un en iyi yönetmen ödülüne ilişkin “ilk kez bir kadın yönetmen Oscar’ı kucakladı” heyecanı bile içinde bir ironi barındırıyor: Sinema kariyerini tamamen erkek egemen kültürü anlatma üzerine inşa etmiş Bigelow için bu ödül ne anlama gelir, tamamen ikna olamadım. Bence esas mesele, bir filmin iyi veya kötü olmasıdır; konu Oscar gibi uluslararası etkinliğe sahip bir ödülse, yarınlara kalıp kalmayacağı noktasıdır. Ölümcül Tuzak bu testten geçer mi, bence hayır.

Zaten teşekkür konuşmasını dünyanın heryerinde kahramanca savaşan askerlerle bütün üniformalılara adayan Kathryn Bigelow duruşunu gayet güzel ifade etti. “Peki bu çocukların oralarda ne işi var” demeye bile gerek duymadan!

Hiç kuşkusuz, bir Amerikalı yönetmenin yurttaşları için endişe etmesine ve bunu bütün dünyaya ifade etmesine ancak saygı duyulur. Ayrıca savaşa ilişkin yapılan bir filmin savaş karşıtı olması diye bir zorunluluk da yok. Benim sözüm, olmayan bir şeyi varmış gibi göstermeye çalışıp, “bunca ödül aldığına göre mutlaka muhalif bir tavır içindedir” tarzındaki basmakalıp yaklaşımlara.

Ölümcül Tuzak, Oscar’dan epey önce Türkiye’de gösterime girmiş, ama kısa sürede vizyondan düşüp DVD formatında sinemaseverlere sunulmuştu. Oscar hatırına şimdi yeniden sinemalarda. Filmin yapımcısı bile “Oscar sayesinde dağıtımcı firmaları ikna etmeyi” umduğuna göre, vaziyet göründüğünden daha vahim!

82. Oscar gecesi vasat filmlerin ödüllendirildiği, Steve Martin-Alec Baldwin kimyasının hiç tutmadığı ve tarihinin belki de en apolitik ödül töreni olarak hatırlanmaya aday. Üstelik en son Arjantin filmi “The Secret in Their Eyes” filmini de izledikten sonra (en iyi yabancı film ödülünü kazandı) bu tespitim iyice pekişti.

Comments

ZMG said…
Sevgili Haldun merhaba,
Benim için çok aydınlatıcı bir yazı oldu. Avatar, teknik özelliklerinin dşında tipik bir kovboy filmiydi. İyi kovboylar, kötü kovboylar ve bozulmamış yerliler. Ben de senin gibi ilk kez "İşte bu" diyeceğim bir film görmedim.
Bu yıl ki yerli film furyasını nasıl değerlendiriyorsun? 2011 için sanırım biraz umut kırıcı olacak. Gördüklerim içinde "iki dil bir bavul" ve "vavien" i etkileyici buldum ama sanki bir final sorunumuz var. Bu işi Yılmaz Erdoğan iyi yapıyor.
Bolg unu akipteyim. Selamlar sevgiler.
Zeki Murat