NEFES Filmi Üzerine Notlar

Sözgelimi mikrofonu alıp gelene geçene “Memleketin için en fazla ne yaparsın; canını bile verir misin?” diye sorulsa eminim büyük çoğunluk bunu bir slogan gibi algılayacaktır. Soruyu ciddiye alanlar ise her ne kadar “elbette canımı veririm” dese de bunun teoride kalacağı, realiteye dönüşmeyeceğini bilmenin gönül rahatlığı içindedir. 

Buna karşılık, memleketi uğruna canını gerçekten feda edenlerin; en iyi ihtimalle sakat kalarak askerlik sonrasında hayata tutunma mücadelesi verenlerin ne kadar farkındayız? “Nefes” filmi gitgide azalan ilgiyle olağan bir gazete-televizyon haberine dönüşen güneydoğudaki çatışmaların isimsiz kahramanlarını vakur bir tavırla beyazperdeye taşıyor. Ölen kadar öldürenin de resmedildiği bir çerçeveyi önümüze koyan film “memleketim için canım feda” söyleminin ülke gerçeğinde ne anlama geldiğini sarsıcı ve uyarıcı bir dille anlatıyor.

Sevgilisinden bir çift tatlı söz duyma umuduyla telefona sarılan askerin aldığı cevap karşısında yaşadığı duygusal yıkım, aynı zamanda Nefes’in ana temasını belirginleştiren sahnedir. Bir yanda adeta zamanın durduğu nokta olan Karabal sınır karakolunda ölmeye yatmış bir asker, diğer tarafta ise hayatın bir bilgisayar oyunu kadar basite indirgendiği o güncel çizgi.

“Demek sen oradasın diye bizler de buralarda huzur içinde uyuyoruz” alaycı sözleriyle hattın diğer ucundaki askeri mahveden sadece “büyük şehirdeki duyarsız sevgili” karakteri değil; çatışmada şehit edilen, mayınla sakat bırakılan askerlerin haberini televizyonda bir fragman gibi izleyen veya “çok üzüldüğü ve yüreği kaldırmadığı” için başka kanala geçen herkes. Böyle bir haberin ekranda kaç saniyeye karşılık geldiğini irdeleyen bölümler tek kelimeyle kusursuz.

Nefes” doğuda yıllardır süren fiili savaş halinin kanıksanması karşısında itirazını dürüst bir söylemle ve gerçeğin resmini mükemmel bir sinema diliyle çekerek dile getiriyor. Askerlik görevini tamamlayıp evine dönmeyi beklerken, kendi ölüm belgesini imzalama gerçeğiyle tanışan ömrünün baharındaki o insanlar birer isimsiz kahraman olmaktan çıkıp, sanki bizi de yanına katarak dağ karakoluna götürüyor.

Filmin tamamını sarmalayan samimiyet ve gerçekçilik, doğa koşullarının acımasızlığı eşliğinde farklı yörelerden gelmiş askerlerin teker teker portresini çizerek genel bir Türkiye tablosu çıkartıyor. Bu portreler aracılığı ile “Vatan Sağolsun” lafının içi öylesine somut biçimde doluyor ki, pek çok sahnede duygulanmamak elde değil. “Nefes” filmi bir yanda “vatanı korumak” kavramını klişe ötesi bir gerçekliğe dönüştürmeyi başarırken, diğer yandan çarenin salt silahtan geçmediğini eklemeyi ihmal etmiyor. Karabal’da 40 askerle temsil edilen durum, her türlü politik söylemin, çıkar kaygısının ya da arayışın üzerinde bir yerde olma hali. Onlar sorunun da çözümün de parçası değil; vatanlarını savunmak ve korumak uğruna canını verme pahasına görev yapmaya çalışıyor.

Karakolda Kürt kökenli dahil her yöreden, her anlayış ve duruştan askerler var. Onları birleştiren, zorunlu hizmetlerinde gönüllü olarak ölmeye yatıran sebep ise tek: Memleket uğruna canım feda olsun. Teröristlerin saldırısına karşı hazırlanma esnasında verilen herbiri ayrı öykü niteliğindeki karakter çalışmaları ise Türkiye mozaiğinin ta kendisi.

Yönetmen Levent Semerci müthiş bir hikâye anlatımı ve kurgu tekniğine sahip. Ustalıkla yapılmadığı zaman tüm filme yapaylık virüsü bulaştıran iç ses ve uzun diyalog kullanımı son derece başarılı, üstelik filmin gerçeklik algısını pekiştirecek boyutta. Örneğin yüzbaşının karakoldaki askerlerle iki ayrı sekansta verilen uzun konuşmaları bir sinema dersinde kullanılacak yetkinlikte.

Nefes”in sinemasal başarı çizgisi onu “Full Metal Jacket” ve “Thin Red Line” gibi başyapıtlara yakınlaştırıyor. Karşımızda ciddi bir meselede herkesi duyarlı olmaya ve kendine gelmeye davet eden, felsefesi ve içeriği sağlam bir film var. Oyunculuklar, senaryo, çekim tekniği ve öyküleme becerisi de her türlü övgüyü hak ediyor.

Comments