ÜŞENGEÇ NBC


Gazeteciliğin temel değerleri öylesine erozyona uğradı ki, her konuyu ciddiyetten ve bilgiden uzak biçimde sunmak neredeyse bir kural haline geldi. 

İtiraz etmeye kalksanız gerekçe hazır: Bütün bunlar "okuyucuyu sıkmamak" ya da "bir haberi anlaşılır hale getirmek" adına yapılıyor.

En son 62. Cannes Film Festivalinde jüri üyesi olarak hepimizi gururlandıran yönetmen Nuri Bilge Ceylan, oradayken Hollywood'un ünlü bir yapımcısından heyecan verici bir teklif daha almış ve film çekmek üzere Amerika'ya davet edilmiş.

Bu haberi Nuri Bilge Ceylan'ın açıklamasından kullanan istisnasız bütün gazetelerin kullandığı üst başlık "Üşengeç Nuri Bilge Ceylan" olunca ister istemez, haberin kendisi kadar Ceylan'ın sözleri de ilgimi çekti.

Nuri Bilge Hollywood'dan teklif geldiğini açıklarken, devamını aşağı yukarı şöyle getiriyor: "Teklif sevindirici, ama gidip gitmeme konusunda bir üşengeçlik de yaşıyorum doğrusu. Hem buradaki yeni film çalışmalarım etkilenir diye, hem de oradaki yapımcılarla aynı dili konuşabilir miyiz diye endişeliyim".

Sinema üzerine birazcık bilgisi ve sezgisi olan herkes bu sözlerin klasik anlamda bir tembelliğe işaret etmediğini, tam tersine bir yönetmenin sanatsal yaratıcılığını koruma kaygısından kaynaklandığını anlar. Eğer lafın başını duyduktan sonra gerisini kafasında kurgulamazsa.

Hollywood'a transfer olmak elbette bir kariyer sıçraması ve uluslararası prestij demek. Yalnız bütün bunlar oyuncular için neyse de, özellikle bir yönetmen için her zaman iyi haber olmayabilir.

Hatta geçmişteki örneklere bakarsak, Ridley Scott ve James Ivory gibi bir kaç istisna dışında (kaldı ki İngiliz ekolünden gelen bu isimleri istisnadan saymak ne derece doğrudur, ayrı bir tartışma konusu) Hollywood, altın yaldızlı davetiyelerle kapısını açtığı yabancı yönetmenleri kendi çarkında öyle bir eritmiştir ki, özlerinden eser kalmamıştır.

Filmleriyle Tayvan sinemasının dünyaya açılmasına önemli katkılar yapan Ang Lee, önceleri ortak yapımlarla girdiği Hollywood'da Amerika'da yaşayan Uzak Doğuluların hikayelerini anlattı. "Eat Drink Man Woman" ve "Wedding Banquet" gibi. Daha sonra "Crouching Tiger, Hidden Dragon" filminin olağanüstü başarısı sayesinde Ang Lee, Hollywood'un en iddialı Amerikalı yönetmenleri gibi, bir dediği iki edilmeyen konuma geldi.

İstediği projeyi ve bütçeyi kabul ettirecek güce sahip Ang Lee'nin ABD'de yaptığı filmler nelerdi hatırlayalım: Çizgi roman uyarlaması "Yeşil Dev Hulk", bir aksiyon filmi olan "Chosen", Amerikanın Wyoming bölgesinden "Brokeback Mountain" ve Amerikanın efsanevi Woodstock müzik etkinliklerinin doğuşunu anlatan "Taking Woodstock." Bunların hepsi de çok başarılı filmlerdi, ama Tayvanlı Ang Lee'nin ruhunu ne kadar yansıtıyordu sizce?

Avrupa'ya geçelim: Wolfgang Peterson, İkinci Dünya Savaşından bir klostrofobi klasiği yarattığı "Das Boot" filmiyle Alman sinemasını dünya piyasalarına açtı. Hollywood hiç zaman kaybetmeden kendisini davet etti. Yönetmene önce "Das Boot" filminin Amerikan versiyonu çektirildi --"The Boat"-- arkası ise gayet Amerikanvari biçimde geldi: Bir fırtına ve denizde mahsur kalma öyküsü "Perfect Storm", Amerikan Başkanına yönelik terör ve suikast tehditlerine odaklanan "Air Force One" ve "In the Line of Fire". Peki "Alman ruhu" nereye gitti derseniz, Hollywood'un görkemli çarkı ve şatafatı içinde "yandı bitti, kül oldu!"

Verdiğim örnekler yönetmen olarak başarısını nerede olursa olsun sergileyebilecek isimler. Dolayısıyla yaptıkları filmlerin kötü olduğunu söylüyor değilim; benim derdim bir yönetmenin kendine ait özgün dünyasının dev bir endüstri içerisinde eriyip gitmesi meselesi.

Ruhunu satma konusunda beni en derinden üzen isim Michael Haneke'dir aslında. Başarı hanesinde "Funny Games" "La Pianiste" "The Time of the Wolf" "Hidden/Caché" gibi sinemada yeni bir akım yaratacak denli sağlam ve tüm insanlığa mesaj olabilecek değerde kişisel yapıtlar yeralan birinin, kariyerinin simgesi olmuş bir filmi (Funny Games) Hollywood'da yeniden çevirmeye kalkması "pes" dedirten bir olaydı.

Avusturya yapımı 1997 "Funny Games" (Ölümcül Oyunlar) filmini bir izleyin, arkasından 2007'de Hollywood'da çektiği versiyonla devam edin, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Nuri Bilge Ceylan iyi ki üşengeçlik yapıyor da böyle cazip görünen tekliflerin hemen üzerine atlamıyor. Çünkü şu anda tamamen bize ait hikayelerden evrensel bir sinema dili yakalamayı başarmışken, Hollywood'un genel-geçerliğine teslim olmak ve ruhunu yitirmek de var işin ucunda...

Comments