Sinema Hayat ve Hoşgörü

Sinema, Hayat ve Hoşgörü
10 Ekim 2008

Bu sezon Türk sinemasında ağırlıklı olarak çoğu ilk filmini yapan gencecik yönetmenlerle tanışacağız. Bu filmler aracılığıyla, genç kuşağın dünya meselelerini algılayış biçiminden, hayat duruşuna kadar pek çok şeyin izi bulunabilir.

Aslında Türk sinemasının en parlak dönemini yaşadığı, genel bir bakışla söylersek 1965-1985 döneminin tema ve duyarlılıkları üzerinden başlayıp bugünü yorumlarsak, nereden gelip nereye gitmekte olduğumuzun ipuçlarını yakalayabiliriz.

Hepimiz bir zamanlar eski Türk filmlerinin, Yeşilçam star sisteminin yarattığı dünyaların tutkunu olmadık mı? Kısaca "dört yapraklı yonca" olarak anılan Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray, Fatma Girik ve Filiz Akın'lı filmleri kaçırmak ne kelime, gösterime girdiği gün kaçırırsam kendimi kötü hissettiğimi; dahası pazar günleri 14.30 kaçamağı yapıp ikinci baskı yaptığımı çok iyi anımsıyorum.

Haydi o zamanlar seçeneksiz bir hayatın içindeydik, televizyon tek kanaldan, eğlence kavramı ise sinema ve tiyatroya gitmekten ibaretti. Peki şimdi bile o filmlere televizyonda rastlayınca acaba neden gözümüzü ayırmıyor ve başka kanala geçemiyoruz?

Hababam Sınıfı'nın Kel Mahmut'u Münir Özkul, eşsiz hademesi Adile Naşit ya da Hıçkırık'ın aşkı uğruna verem olan Nalan'ı Hülya Koçyiğit nasıl oluyor da 2000'li yıllarda bile hayatımıza girip, bizi duygulandırabiliyor?

Bence o Türk filmlerini yeniden izlerken eski günlerdeki hoşgörü ve samimiyeti yakalıyor; değeri bilinmiş güzellik ve dürüstlükten medet umuyor, ruhen arınmışlık duygusu tadıyoruz. Kesinlikle bir yılgınlık ifadesi olarak söylemiyorum, ancak bileti doğuya kesilmeye çalışılan bir batı ekspresinde yolculuk zaman zaman epey yorucu olabiliyor. Biz ne kadar önemsemiş olsak da dünya gitgide daha içine kapanmaya ve hoşgörüsüzlüğe evrildiğinden, şimdi anılara sarılmak, geçmişe yolculuktan ziyade saflığa ulaşmak gibi.

İletişim çağının tüm dünyayı neredeyse bir dizüstü bilgisayar ekranına sığdırabildiği sınırsız olanaklar içinde yaşıyoruz. Durum böyleyken, birbirimizi daha iyi mi anlamaktayız; yoksa giderek sanallığa dönüşen bir kopukluğun eşiğinde miyiz? Estetik ve hoşgörü eşiğimiz 1970'lerden bugüne ne kadar yükseldi? Ya da gerçekten yükseldi mi?

Sinemayla başladık, yine sinemayla bitirelim. Halit Ziya Uşaklıgil'in romanından senaryolaştırılan ve Halit Refiğ'in yönettiği 1965 yapımı "Kırık Hayatlar" filmi ilk gösteriminden tam 43 yıl, TRT'deki ilk yayınından ise tam 20 yıl sonra makaslanmış haliye gösterildi. Benzer bir durum Aşk-ı Memnu dizisinin yeniden gösteriminde de yaşandı. Bunlar sadece sayısız örnekten birkaçı ve asıl mesele şu ya da bu kurumun işgüzar elemanları meselesinden çok, hoşgörü eşiğimizin 1970'lerin de gerisine gitmiş olması; asıl korkutucu olan bu.

Sinemadan yola çıkıp 1971-2008 arasında bir ufuk turu yapınca maalesef böyle resimler de çıkıyor işte.

Comments