Balık Hafızalı Toplum

Balık Hafızamız
09 Ocak 2009

"Bilmemek değil, öğrenmemek ayıp" ilkesi bizim kuşak için büyümenin-olgunlaşmanın vazgeçilmez felsefesiydi. Şimdi "herşeyi bilip de ne olacak" aşamasından "bilirim bilmem sana ne" evresine geçtiğimizden olsa gerek, kendi tarihimize, kendi kültürümüze yabancılaştığımızın farkında bile değiliz.

Çanakkale Boğazının Dardenel'e dönüşmesi, geleneksel sütlü kahvemizin "cafe latte" olması yalnızca dil kirliliği ile sınırlı bir konu değil. Toplumsal belleğimiz yitip gidiyor. Bu yüzden zaten ortak belleği kaygı verecek ölçüde zayıf olan Türkiye'de tekerleğin yeniden keşfi gibi, sanattan siyasete belli konular sanki ilk kez olmuş gibi kabul görüyor; kimse öncesini merak bile etmiyor.

Örneğin, Çağan Irmak'ın "Issız Adam" filmi sayesinde hem Türk Pop Müziğinin temel yapı taşları diyebileceğimiz sanatçılar moda oldu; hem de 45'likler, 33 devirli Long Play'ler yeniden en çok arananlar listesine girdi.

Oysa hayatın normal akışını sürdürdüğü, bizim gibi yaklaşık 10 yılda bir toplumsal ve tarihsel belleğin "shift+delete" yapılmadığı ülkelerde yaşı ne olursa olsun tüm değerli şarkıcılar el üstünde tutulmakla kalmamış; 1970-1980'lerin tüm şarkıları da çoktan CD formatına aktarılmıştı.

Long Play Türkiye'de antika muamelesi görürken, ne Avrupa ne de Amerika plak üretiminden vazgeçti. Üstelik CD/MP3, internetten indirme vs. gibi yaygın ve kabul edilmiş formatlara rağmen. Elbette eskiden olduğu gibi her albüm plağa basılmadı, ama en azından bir müzik kayıt formu olarak, Issız Adam'da Alper'in hatırlattığı gibi "müziğin gerçek tınısından vazgeçemeyenler için" satın alınabilir bir şey olma özelliğini korudu.

Aslında bütün mesele de bu değil mi: Güncel ve yaygın olanı yadsımazken, rafine olan zevkleri, varolanı da koruyabilmek. Bundan 4-5 ay öncesine kadar ev taşınmalarında ya da bahar temizliklerinde "çöpe ilk önce atılacak" muamelesi gören plaklar, şimdi pahalı fiyatlarla satılıyorsa bunu pek iyi birşey gibi algılamayın. Modadır gelir geçer; çünkü ne öncesine ilişkin bir bilgiye sahibiz, ne de sonrasına ait bir kültürel koruma arayışına...

Öykü-Berk ikilisini herhalde hatırlarsınız. Türk ezgilerini flamenko tarzında yeniden yorumlayınca ortalık yıkıldı; müthiş bir müzik başarısı diye sunulan bu yorum sayesinde iki kardeşin dolaşmadığı kanal, şarkılarını çalmayan radyo kalmadı. Peki bir kişi de çıkıp, "bunda abartacak birşey yok, Türk müziğini flamenkoya uyarlamaya meraklıysanız Neşe Karaböcek bunu neredeyse 40 yıl önce yapmıştı" diyebildi mi?

Maalesef balık hafızamız yüzünden mümkün olmadı. Bireysel ve toplumsal belleksizlik sendromundan diğer sanat dalları da payını alıyor elbette. Neyse ki sinema ve edebiyatın evrenselliği sayesinde kolay kolay "ben hiç yapılmamış olanı deniyorum" diyen çıkmıyor; çıksa bile yalancının mumu yatsıya kadar yanıyor, o kadar.

Televizyon halen en yaygın ve etkili iletişim aygıtı olduğuna göre, buralarda çalışan genç programcı arkadaşlar keşke bunun bilincinde hareket edebilse. Keşke izlenme oranı pastasından daha çok pay alma yarışının esaretinden biraz olsun kurtulup, koşmaktan bilgi kovalamaya vakit bulabilse.

Belki bu dar vakitlerde bile en azından şunu yapabilirsiniz: Eski plaklar satan bir yerden Neşe Karaböcek 45'liği "Artık Sevmeyeceğim"i alıp dinleyin ve lütfen size talimat yağdırıp "Ayla Dikmen'i hemen canlı yayına bağla" diyen yapımcıları da "ruhuna azap çektirmesek iyi olur" diye uyarın.



Comments