Julio İglesias ve Ankara Seyircisi
Oscar Wilde, "Ciddiyetin Önemi"nde hayata karşı serinkanlı duruşla, ruhsuz olmak arasındaki ince ayrımı çok güzel hicveder. Ne yazık ki ülkemizde ciddiyet kavramından anlaşılanları sıralamaya kalksak, İngiliz yazarın yergisine epey katkıda bulunacak çeşitliliğe sahip olduğumuzu göreceğiz. Gülmenin, kahkaha atmanın bile cinsiyete göre biçilen rollere dönüştüğü ülkemizde, anlamını vererek hayatı yaşamak öyle göründüğü gibi kolay şey değil!
Bütün bunların simgesel ve somut anlamda birleştiği yer ise, maalesef başkentimiz. Ceket-kravat ikilisinin şıklıktan öte bürokratik bir resmiyete dönüştüğü, kadınların ismi konulmayan bir kural gereği modayı koyu renk tayyörle sınırladığı Ankara'da eğlenmenin ne derece mümkün olduğunu 1 Haziran 2008 Pazar günkü bir konserde birebir gözlemledik.
Julio İglesias Ankara konserinde kadife sesli şarkıcı ünvanının kendisine ne kadar yakıştığını gösterdiği kadar, geçen yılların kendisini ne kadar az yıprattığını da kanıtladı. Mükemmel sahne performansı eşliğinde şarkı aralarında mola bile vermeksizin iki saate yakın müzik ziyafeti sundu. Eskilerden yenilere tüm albümlerinden parçalar okudu.
Ancak o gece Anadolu Gösteri Merkezi'ni dolduran Ankara seyircisine adeta "bir haller olmuştu." Özellikle sahneyi tam merkezden gören ön ve orta bloktaki seyirci iki saat boyunca şarkılara tepki vermediği gibi, sanki ağır bir dram izlermiş gibi ciddiyetini korudu.
Bırakın duygusal-ritmik şarkıları, İspanyol sıcaklığını yansıtan dans parçaları bile ağır havayı bozamadı; seyirci sonuna kadar direnmesini bildi! Zaten Julio İglesias da defalarca "eller havaya" deyip tempo istemesi karşısında gönülsüzce ve kelimenin tam anlamıyla "laf olsun" diye el çırpan seyirci bulunca "bana Ankara'nın çok ciddi bir yer olduğunu söylemişlerdi, İstanbul'da olsam ikinci şarkıdan sonra herkes dağıtmıştı" deyiverdi.
Şimdi soruyorum, ciddiyet demek duygularını bastırmak, neşelenmeyi eğlenmeyi ayıp saymak mıdır? Maalesef Ankara sınırlarında bu sorunun cevabı o konser akşamı kocaman bir evet oldu.
Oscar Wilde, "Ciddiyetin Önemi"nde hayata karşı serinkanlı duruşla, ruhsuz olmak arasındaki ince ayrımı çok güzel hicveder. Ne yazık ki ülkemizde ciddiyet kavramından anlaşılanları sıralamaya kalksak, İngiliz yazarın yergisine epey katkıda bulunacak çeşitliliğe sahip olduğumuzu göreceğiz. Gülmenin, kahkaha atmanın bile cinsiyete göre biçilen rollere dönüştüğü ülkemizde, anlamını vererek hayatı yaşamak öyle göründüğü gibi kolay şey değil!
Bütün bunların simgesel ve somut anlamda birleştiği yer ise, maalesef başkentimiz. Ceket-kravat ikilisinin şıklıktan öte bürokratik bir resmiyete dönüştüğü, kadınların ismi konulmayan bir kural gereği modayı koyu renk tayyörle sınırladığı Ankara'da eğlenmenin ne derece mümkün olduğunu 1 Haziran 2008 Pazar günkü bir konserde birebir gözlemledik.
Julio İglesias Ankara konserinde kadife sesli şarkıcı ünvanının kendisine ne kadar yakıştığını gösterdiği kadar, geçen yılların kendisini ne kadar az yıprattığını da kanıtladı. Mükemmel sahne performansı eşliğinde şarkı aralarında mola bile vermeksizin iki saate yakın müzik ziyafeti sundu. Eskilerden yenilere tüm albümlerinden parçalar okudu.
Ancak o gece Anadolu Gösteri Merkezi'ni dolduran Ankara seyircisine adeta "bir haller olmuştu." Özellikle sahneyi tam merkezden gören ön ve orta bloktaki seyirci iki saat boyunca şarkılara tepki vermediği gibi, sanki ağır bir dram izlermiş gibi ciddiyetini korudu.
Bırakın duygusal-ritmik şarkıları, İspanyol sıcaklığını yansıtan dans parçaları bile ağır havayı bozamadı; seyirci sonuna kadar direnmesini bildi! Zaten Julio İglesias da defalarca "eller havaya" deyip tempo istemesi karşısında gönülsüzce ve kelimenin tam anlamıyla "laf olsun" diye el çırpan seyirci bulunca "bana Ankara'nın çok ciddi bir yer olduğunu söylemişlerdi, İstanbul'da olsam ikinci şarkıdan sonra herkes dağıtmıştı" deyiverdi.
Şimdi soruyorum, ciddiyet demek duygularını bastırmak, neşelenmeyi eğlenmeyi ayıp saymak mıdır? Maalesef Ankara sınırlarında bu sorunun cevabı o konser akşamı kocaman bir evet oldu.
Comments