Little Miss Sunshine:
Günışığı Uğruna Ailecek Yollarda
Şöyle bir aile ortamı düşünün: Hayatını mesleki başarısı ile özdeşleştirip, insana ait herşeyi katı gerçekçilikle açıklamaya çalışan bir baba; yalnızca Nietzche okumakla kalmayıp, onun felsefesini de kendisine uyarlayarak suskunluk yemini etmiş bir delikanlı; esrar kullanmaktan çekinmeyen ve “ne kadar çok kadınla yatarsan, hayatın tadını o derece çıkartırsın” diyen bir büyükbaba; aklını fikrini uzak bir eyalette yapılacak Küçük Günışığı güzellik yarışmasına katılmakla bozmuş olan evin küçük kızı Olive ve epey karmaşık duran bu karakter trafiğini yönetmeye çalışan anne. Elbette filmdeki anne figürü, sadece burada değil bütün toplumlarda gözlenebilecek ortak bir paydayı simgeliyor: Hayatla boğuşan, sorumluluk almaktan kaçmayan ve sürekli sorun çözücü konumda olmaktan bir türlü kendisine sıranın gelemediği bir anne; ya da annelerimiz.
Son anda bu tabloya çarpıcı akademik kariyerine rağmen özel hayatını düzene sokmayı başaramamış annenin erkek kardeşi de katılıyor ve küçük kızın güzellik yarışması idealinde kenetlenen tüm aile yollara düşüyor. Amerika’nın bir ucundan diğerine altı üstü dökülen bir minibüsle gitmeye kalkmak doğal olarak pahalıya patlıyor. Sadece maddi değil, hatta daha fazlasıyla manevi anlamda. Herkes eteğindeki taşları döküyor yol boyu. Halının altına saklanmış bütün “tozlar” havaya savruluveriyor.
Mesela “Yengeç Sepeti” isimli bir Türk filmi vardı. Bize ait karakterleri bir aile ortamında buluşturup, yıllar yılı saklanmış, dile getirilmemiş aile sorunlarını deşmeye çalışıyordu; ancak herşey o kadar klişe, o kadar şablon duruyordu ki, oyuncular bile nerdeyse inanmadan oynuyordu. “Küçük Günışığım” filminin bütün güzelliği, sade ama son derece derin bir içeriğe yaslanıp, bunu da samimiyetle anlatması. Karakter odaklı filmlerde gözlenen genel problemler burada yok. Tam tersine her bir karakteri anlıyor, onun dünyasına girip seyirci olarak siz de yolboyu gidiyorsunuz.
“Küçük Günışığım” kaliteli film yapmanın büyük bütçe gerektirmediğinin canlı bir örneği. Yeter ki iyi bir senaryo ve samimi sinema duygunuz olsun. Büyükbaba rolünde Alan Arkin’e en iyi yardımcı oyuncu Oscar’ı getiren “Küçük Günışığım” haftanın en iyilerinden, bu filmi ve tüm karakterleri filmden sonra bile unutamak mümkün değil.
------------------------------------------------
Copying Beethoven: Sanatçının Yaratıcılık Meseleleri
Bir filmi tavsiye etmek sıkıntılı olabilir kimi zaman. Defalarca izlediğiniz bir filmi başkalarıyla paylaşmak ister, ama filme ilişkin yorum beklerken “sıkıldık” veya “yarısında çıktık” gibi şikayetler dinleyebilirsiniz.
“Beethoven’ı Anlamak” asla böyle bir kategoriye girmiyor, ama klasik müzik sevenlerin ve tarihsel dönem dramalarına ilgi duyanların özellikle kaçırmaması gereken bir film olduğunu vurgulamak istiyorum. Doğru filmi doğru adrese göndermek adına. Beethoven’ın kulaklarının hiç duymadığı son dönemleri ve 9. Senfoninin yaratılış süreci üzerine yapılmış mükemmel bir film. Dev bir sanatçının yanıbaşında olmak ve onun gel-gitleriyle dolu hayatını paylaşmak nasıl bir duygudur derseniz, cevabı Ed Harris (Beethoven) ve Diane Krueger’in oynadığı genç besteci Anna karakterinde.
Günışığı Uğruna Ailecek Yollarda
Şöyle bir aile ortamı düşünün: Hayatını mesleki başarısı ile özdeşleştirip, insana ait herşeyi katı gerçekçilikle açıklamaya çalışan bir baba; yalnızca Nietzche okumakla kalmayıp, onun felsefesini de kendisine uyarlayarak suskunluk yemini etmiş bir delikanlı; esrar kullanmaktan çekinmeyen ve “ne kadar çok kadınla yatarsan, hayatın tadını o derece çıkartırsın” diyen bir büyükbaba; aklını fikrini uzak bir eyalette yapılacak Küçük Günışığı güzellik yarışmasına katılmakla bozmuş olan evin küçük kızı Olive ve epey karmaşık duran bu karakter trafiğini yönetmeye çalışan anne. Elbette filmdeki anne figürü, sadece burada değil bütün toplumlarda gözlenebilecek ortak bir paydayı simgeliyor: Hayatla boğuşan, sorumluluk almaktan kaçmayan ve sürekli sorun çözücü konumda olmaktan bir türlü kendisine sıranın gelemediği bir anne; ya da annelerimiz.
Son anda bu tabloya çarpıcı akademik kariyerine rağmen özel hayatını düzene sokmayı başaramamış annenin erkek kardeşi de katılıyor ve küçük kızın güzellik yarışması idealinde kenetlenen tüm aile yollara düşüyor. Amerika’nın bir ucundan diğerine altı üstü dökülen bir minibüsle gitmeye kalkmak doğal olarak pahalıya patlıyor. Sadece maddi değil, hatta daha fazlasıyla manevi anlamda. Herkes eteğindeki taşları döküyor yol boyu. Halının altına saklanmış bütün “tozlar” havaya savruluveriyor.
Mesela “Yengeç Sepeti” isimli bir Türk filmi vardı. Bize ait karakterleri bir aile ortamında buluşturup, yıllar yılı saklanmış, dile getirilmemiş aile sorunlarını deşmeye çalışıyordu; ancak herşey o kadar klişe, o kadar şablon duruyordu ki, oyuncular bile nerdeyse inanmadan oynuyordu. “Küçük Günışığım” filminin bütün güzelliği, sade ama son derece derin bir içeriğe yaslanıp, bunu da samimiyetle anlatması. Karakter odaklı filmlerde gözlenen genel problemler burada yok. Tam tersine her bir karakteri anlıyor, onun dünyasına girip seyirci olarak siz de yolboyu gidiyorsunuz.
“Küçük Günışığım” kaliteli film yapmanın büyük bütçe gerektirmediğinin canlı bir örneği. Yeter ki iyi bir senaryo ve samimi sinema duygunuz olsun. Büyükbaba rolünde Alan Arkin’e en iyi yardımcı oyuncu Oscar’ı getiren “Küçük Günışığım” haftanın en iyilerinden, bu filmi ve tüm karakterleri filmden sonra bile unutamak mümkün değil.
------------------------------------------------
Copying Beethoven: Sanatçının Yaratıcılık Meseleleri
Bir filmi tavsiye etmek sıkıntılı olabilir kimi zaman. Defalarca izlediğiniz bir filmi başkalarıyla paylaşmak ister, ama filme ilişkin yorum beklerken “sıkıldık” veya “yarısında çıktık” gibi şikayetler dinleyebilirsiniz.
“Beethoven’ı Anlamak” asla böyle bir kategoriye girmiyor, ama klasik müzik sevenlerin ve tarihsel dönem dramalarına ilgi duyanların özellikle kaçırmaması gereken bir film olduğunu vurgulamak istiyorum. Doğru filmi doğru adrese göndermek adına. Beethoven’ın kulaklarının hiç duymadığı son dönemleri ve 9. Senfoninin yaratılış süreci üzerine yapılmış mükemmel bir film. Dev bir sanatçının yanıbaşında olmak ve onun gel-gitleriyle dolu hayatını paylaşmak nasıl bir duygudur derseniz, cevabı Ed Harris (Beethoven) ve Diane Krueger’in oynadığı genç besteci Anna karakterinde.
Comments