Tarihi Emek sineması için ne kadar yazılsa, ne söylense azdır. Aslında o yalnızca bir simge; buzdağının az da olsa görünen yüzü. Duvarlarında Zeki Müren, Müzeyyen Senar, Münir Nurettin Selçuk gibi abide seslerin yankılandığı tarihi Harbiye Radyo Evi için TRT'ye başvurup "yıkıp otel yapma" fikrini proje diye sunanlar var bu ülkede.
Bir kentin ortak kültür ve hafızasını yoketmeyi sıradan bir olay gibi görebilmeyi başardıktan sonra, kelimenin tam anlamıyla hepimize geçmiş olsun, bir başka gün de Dolmabahçe Sarayının sahilden yukarıya nakledilmesini konuşabiliriz pekala!
İstanbul gibi sürekli gözönünde olan bir tarihi kent böyleyse, diğerleri nasıldır diye düşünenler varsa bu yazı onlar için... Çünkü Emek İstanbul ise, Akün de Ankaradır.
Ankaralılar ve kendini bu şehre ait hisseden herkes için küçük bir hafıza testi: “Ses” “Talip” “Dilek” “Karınca” “Gölbaşı” “Arı” isimleri neyi çağrıştırıyor? Yanıtı kolaylaştırmak adına, Tunalı Hilmi, Maltepe ve Bahçelievler semtlerini söylemek bir şey ifade eder mi?
Tunalı Hilmi Caddesinde her öğle ve akşam sayısız müşterisine Meksika yemekleri sunan lokantanın aslında Ses Sineması; arabanızı emanet ettiğiniz otoparkın aslında Talip Sineması; düğün yapıp evlendiğiniz/eğlendiğiniz mekânın aslında Dilek Sineması; ekonomik krizle iyice bunalıp neredeyse yarısı boşalmış çarşının aslında Karınca Sineması olduğunu hatırlayan kaç Kavaklıdere ve Küçükesat sakini kaldı, gerçekten merak ediyorum.
Yüksek tavanlı ve geniş balkonlu Maltepe Gölbaşı Sinemasının yerini telekomünikasyon binasına bırakması veya başkentin çift balkonlu çok özel sineması Bahçelievler Arı’nın televizyon stüdyosuna dönüşmesi acaba kaç kişinin hatırında bilemiyorum?
Kent değerlerine ve mimari geçmişine ilişkin ne varsa ortadan kaldırmayı başaran Ankara, yeni kuşaklara yoğun bir hafıza kaybı eşliğinde “kültürsüzlük” devretme yolunda. Kaybolup giden yalnızca anılarımız değil, bir şehrin kültür tarihine ve kentlilik bilincine anlam katan herşey yokoluyor. Şimdi bambaşka yerlere dönüşen bu sinemalar müstakil kimliğiyle birer mimari tarz örneğiydi ve birbirinin kopyası olan AVM modeli ticari sinema işletmesi anlayışından çok farklıydı.
Akün-Emek hattı bu anlamda yaşananların hazin bir özetidir. Nasıl ki Ankara neo-klasik mimarinin örneği olan, fuayesindeki seramiklerden tavan süslemesine dek estetik bir özenle yapılmış Akün Sinemasını göz göre göre kaybettiyse, şimdi de İstanbul’daki tarihi Emek Sineması aynı kaderi paylaşmanın eşiğinde. Devlet Tiyatroları Akün’ü almasaydı, alışveriş merkezi olması işten bile değildi. Türkiye’nin en eski sinemalarından Emek ise 1924’ten beri sinemaseverlere yaşattığı bütün güzelliklere karşılık her an “Beyoğlu’na yeni bir AVM” para hırsı ve gözü dönmüşlüğün kurbanı olabilir.
Başka ülkeler bu tür tarihi değerlerini vergiden muaf tutup, maddi destek sağlıyor ve kültürel varlıklar kapsamında koruma altına alıyor. "Gidin Avrupa'ya Emek gibi, Alkazar gibi sinemaya artık rastlayamazsınız" diyerek koyu cehalet sergileyenlere adres vereyim: Örneğin Londra'ya gidip Notting Hill Gate semtindeki (yani Londra'nın tam merkezindeki) Electric sinemasını görsünler. Şu anda 100. yaşını kutlamaya hazırlanıyor.
Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde "Art House/Sanat Evi" kapsamında bu tür kültürel yapılar koruma altında, maddi destek de dahil olmak üzere. Böyle sinemaları, tiyatro ve opera binalarını gördükten sonra, bizdeki “bu da bir bina yıkılsa ne olur” veya en iyimser haliyle “yıkar aynısını en üst katta yeniden yaparız” zihniyetiyle karşılaşmak gerçekten dehşet verici.
29. İstanbul film festivali açılışına damgasını vuran “Emek Sineması’na Dokunmayın” protestosu giderek büyüyor; sinemaseverler kapısına zincir vurulmuş bile olsa Emek Sineması’nın önünde toplanıp seslerini duyurmaya çalışıyor. Bir kültür varlığı daha yok olmasın diye yürüyüşler yapılıyor; bir slogandan fazlasını ifade ederek kent bilincini ayakta tutan “Emek İstanbul’dur Yıkamazsınız” sözleriyle.
Hafıza kaybı yaşamak istemeyen herkes huzursuz, çünkü en son IKSV’nin panelinde durumun sanıldığından daha vahim olduğu, yetkililerin resmen doğruları söylemediği de ortaya çıktı!
Ankaralı bir grup sinemasever de Tunalı Hilmi Caddesi üzerindeki Kavaklıdere Sineması’nın tarih olmaması için uğraş veriyor. Ankara Film Festivali ve Ankara Sinema Derneği çabaları sayesinde geçici de olsa perdelerini açan Batı Sineması ise maalesef şimdi yeniden işporto tezgahlarıyla dolup taşıyor. Dilerim bu sesler, bu çağrılar kör duvarlara çarpmaz.
Bir kentin ortak kültür ve hafızasını yoketmeyi sıradan bir olay gibi görebilmeyi başardıktan sonra, kelimenin tam anlamıyla hepimize geçmiş olsun, bir başka gün de Dolmabahçe Sarayının sahilden yukarıya nakledilmesini konuşabiliriz pekala!
İstanbul gibi sürekli gözönünde olan bir tarihi kent böyleyse, diğerleri nasıldır diye düşünenler varsa bu yazı onlar için... Çünkü Emek İstanbul ise, Akün de Ankaradır.
Ankaralılar ve kendini bu şehre ait hisseden herkes için küçük bir hafıza testi: “Ses” “Talip” “Dilek” “Karınca” “Gölbaşı” “Arı” isimleri neyi çağrıştırıyor? Yanıtı kolaylaştırmak adına, Tunalı Hilmi, Maltepe ve Bahçelievler semtlerini söylemek bir şey ifade eder mi?
Tunalı Hilmi Caddesinde her öğle ve akşam sayısız müşterisine Meksika yemekleri sunan lokantanın aslında Ses Sineması; arabanızı emanet ettiğiniz otoparkın aslında Talip Sineması; düğün yapıp evlendiğiniz/eğlendiğiniz mekânın aslında Dilek Sineması; ekonomik krizle iyice bunalıp neredeyse yarısı boşalmış çarşının aslında Karınca Sineması olduğunu hatırlayan kaç Kavaklıdere ve Küçükesat sakini kaldı, gerçekten merak ediyorum.
Yüksek tavanlı ve geniş balkonlu Maltepe Gölbaşı Sinemasının yerini telekomünikasyon binasına bırakması veya başkentin çift balkonlu çok özel sineması Bahçelievler Arı’nın televizyon stüdyosuna dönüşmesi acaba kaç kişinin hatırında bilemiyorum?
Kent değerlerine ve mimari geçmişine ilişkin ne varsa ortadan kaldırmayı başaran Ankara, yeni kuşaklara yoğun bir hafıza kaybı eşliğinde “kültürsüzlük” devretme yolunda. Kaybolup giden yalnızca anılarımız değil, bir şehrin kültür tarihine ve kentlilik bilincine anlam katan herşey yokoluyor. Şimdi bambaşka yerlere dönüşen bu sinemalar müstakil kimliğiyle birer mimari tarz örneğiydi ve birbirinin kopyası olan AVM modeli ticari sinema işletmesi anlayışından çok farklıydı.
Akün-Emek hattı bu anlamda yaşananların hazin bir özetidir. Nasıl ki Ankara neo-klasik mimarinin örneği olan, fuayesindeki seramiklerden tavan süslemesine dek estetik bir özenle yapılmış Akün Sinemasını göz göre göre kaybettiyse, şimdi de İstanbul’daki tarihi Emek Sineması aynı kaderi paylaşmanın eşiğinde. Devlet Tiyatroları Akün’ü almasaydı, alışveriş merkezi olması işten bile değildi. Türkiye’nin en eski sinemalarından Emek ise 1924’ten beri sinemaseverlere yaşattığı bütün güzelliklere karşılık her an “Beyoğlu’na yeni bir AVM” para hırsı ve gözü dönmüşlüğün kurbanı olabilir.
Başka ülkeler bu tür tarihi değerlerini vergiden muaf tutup, maddi destek sağlıyor ve kültürel varlıklar kapsamında koruma altına alıyor. "Gidin Avrupa'ya Emek gibi, Alkazar gibi sinemaya artık rastlayamazsınız" diyerek koyu cehalet sergileyenlere adres vereyim: Örneğin Londra'ya gidip Notting Hill Gate semtindeki (yani Londra'nın tam merkezindeki) Electric sinemasını görsünler. Şu anda 100. yaşını kutlamaya hazırlanıyor.
Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde "Art House/Sanat Evi" kapsamında bu tür kültürel yapılar koruma altında, maddi destek de dahil olmak üzere. Böyle sinemaları, tiyatro ve opera binalarını gördükten sonra, bizdeki “bu da bir bina yıkılsa ne olur” veya en iyimser haliyle “yıkar aynısını en üst katta yeniden yaparız” zihniyetiyle karşılaşmak gerçekten dehşet verici.
29. İstanbul film festivali açılışına damgasını vuran “Emek Sineması’na Dokunmayın” protestosu giderek büyüyor; sinemaseverler kapısına zincir vurulmuş bile olsa Emek Sineması’nın önünde toplanıp seslerini duyurmaya çalışıyor. Bir kültür varlığı daha yok olmasın diye yürüyüşler yapılıyor; bir slogandan fazlasını ifade ederek kent bilincini ayakta tutan “Emek İstanbul’dur Yıkamazsınız” sözleriyle.
Hafıza kaybı yaşamak istemeyen herkes huzursuz, çünkü en son IKSV’nin panelinde durumun sanıldığından daha vahim olduğu, yetkililerin resmen doğruları söylemediği de ortaya çıktı!
Ankaralı bir grup sinemasever de Tunalı Hilmi Caddesi üzerindeki Kavaklıdere Sineması’nın tarih olmaması için uğraş veriyor. Ankara Film Festivali ve Ankara Sinema Derneği çabaları sayesinde geçici de olsa perdelerini açan Batı Sineması ise maalesef şimdi yeniden işporto tezgahlarıyla dolup taşıyor. Dilerim bu sesler, bu çağrılar kör duvarlara çarpmaz.
Comments